TANZİMAT DÖNEMİNDE İSLAMCILIK FİKRİ
TANZİMAT DÖNEMİNDE İSLAMCILIK FİKRİ
İslamcılık;19.yüzyılın sonunda ortaya çıkan gazete ,dergi ,gibi çeşitli yayınlarla desteklenen İslam'ı bir yaşam biçimi haline getirmek ,tekrar en gelişmiş medeniyet haline gelmek için Kur'an -ı Kerim ve hadis çerçevesinde oluşturulmuş bir fikir hareketidir.
İkinci Abdülhamid Han'ın tahta geçmesiyle Yeni Osmanlılar arzuladıkları özgürlük biçiminin gerçekleşeceğini zannettiler lakin 93 Harbi gerekçesiyle meclisi kapattı ve Kanun-i Esasi'yi askıya aldı bu durum Yeni Osmanlılar ile arasını açtı. ..."Ancak dönemin genel şartları ve 1870'li yıllarında yaşanan gelişmelerin zorlamasıyla toplumsal alanda dine milletler arası alanda da hilafete daha çok vurgu yapılmaya başlandı.Dolayısıyla İkinci Abdülhamid döneminde İslamcılık ideolojik bir fikir hareketi şeklinde gelişimini devamını devam ettirememekle birlikte en azından içte ve mevcut şartlarda öncelikle Osmanlı Devletinin bekasını temin etmek fonksiyon ifa edecek bir unsur olarak değerlendirmek istenmiştir."(İslam Ansiklopedisi ,cilt:8 syf:63) .Ordu , eğitim ,idare alanlarında modernizasyon devam etti . Gelişen ,değişen bu kurumlar halk içinde aydın bir fırka oluşturdu.Yani baskıya karşı özgürlüğü savunan aydın kesimi çeşitli yayınlar çevresinde fikri çalışmalarını sundular, bu çalışmaların arasında Sırat-ı Müstakim dergisinde toplanan İslamcı simalar da mevcuttu bu şahıslar: Mehmet Akif ERSOY, Şehberenzade Ahmet Hilmi, Said Halim PAŞA, Mustafa Sabri, Ferit KAM, Mehmet Ali AYNİ, İsmail FENNİ, Bediüzzaman Said NURSİ, Halim Sabit, M.ŞEMSEDDİN, Seyyid BEY gibi. Yalnızca çalışmalarda bulunabilen bu şahıslar sistemli bir muhalefet grubu kuramamıştır. Abdülhamid Han'ın siyaseti sayesinde bir türlü birleşememişlerdir. İkinci Meşrutiyetten sonra durum biraz daha özgür bir atmosfer oluşmuştur.Bu havayı değerlendirmek isteyen muhalif gruplar bazı dergilerde yoğun bir şekilde tartışmaya başlamıştır, bu dergiler: Liva'ül İslam , Hikmet , Beyan'ül Hak,Sırat-ı Müstakim (Sebilürreşad),İttihad-ı İslam, İslam Mecmuası ,Tasavvuf,Volkan vb.
İkinci Meşrutiyetten sonra oluştuğu söylenen İslamcılığın mazisi çok eskiye dayanır.İkinci Meşrutiyet öncesinde kesintiye uğramış olabilir, İkinci Meşrutiyet devamı mahiyetindedir belki de ama başlangıcı değil.
İslam dünyasının modern dönem öncüleri: Osmanlı'da Yeni Osmanlılar,Hindistanda Seyyid Ahmet HAN,Mısırda Cemaleddin Afgani,Muhammed Abduh .Yalnız diğer ülkelerdeki İslamcılıktan bu dönem biraz farklıdır çünkü:Bu dönem ,ilmiye sınıfının temsilidir.Diğer dönem bürokrat ve gazetecilerin öncü olduğu İslamcılıktan farklıdır.Aslında bu akımın temsilcileri bir süre İslamcılık terimini kullanmadı, sonradan başka akımlarda duyacağımız isimler bu akımda bulunmuşlardır.Mesela:Yusuf AKÇURA ,Ahmet AĞAOĞLU ,Halim SABİT sonradan bu isimleri Milliyetçi-Türkçü çizgide bulunmuşlardır.İslamcılık terimi ilk defa Ziya Gökalp'in 1913'te Türk Yurdunda "Üç Cereyan "başlıklı makalelerinde geçmektedir. Daha sonra Babanzade Ahmet Naim 1914'te Sebilürreşadda yayımladığı "İslam'da Davay-ı Kavmiyyet" başlıklı makalesinde(syf.293,10 Nisan 1330) bu kavramı tasdik etmeyerek kullanmıştır.
Bu akımdaki kişileri tespitte sıkıntı yaşanmaktadır . Herkes biraz biraz almıştır bu akımdan payını . Bunun sebebi İslam'ın çok yönlü olduğu ,her tarz insana hitap edebildiği sonucunu çıkarabiliriz .Aslında İslamcılığın net bir tanımı yoktur .Mesela Said Halim Paşa şöyle tanımlamıştır : " İslamlaşmak demek İslamiyet'in inanç ,ahlak,yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak uygulanması demektir " (Buhranlarımız syf:184)
İslami kesimde terakki desteklenirken bir yandan da doğrudan KUr'an ve sünnete dönüş araştırmaları yapılmaktadır.Bunun gerekçesi Batılıların ortaya koyduğu "İslam bir gerileme sebebidir" tezine bir savunma getirmektir .Hz"Peygamber'e vahiy geldikten 30 yıl sonrasıya kadar çok hızlı bir dönüşüm sağlanmıştır bu gerçeğin farkında olam İslamcılar orijinal kaynaklara dönersek biz de çok hızlı bir şekilde gelişebiliriz fikrini öne sürmüşlerdir . Özellikle kardeşlik mefhumunu ele almışlardır. Batı özentiliğinden kurtulmak ,kurtuluşun Milli ve manevi değerlerimize dönmekle olacağını öne sürmüşlerdir.Bu yüzden yeni ortaya çıkan ilim merhalelerine İslami bakış açısı getirmeye çalışmışlardır . Özellikle siyasi konulara yoğunlaşmışlardır , siyasi meselelere İslamdan örnekler sunmaya çalışmışlardır.İslamcılara göre Kur'an-ı Kerim ve sünnet iskeleti oluşturmuştur biz de Kur'an-ı Kerim ve sünnet ışığında iç organları oluşturacağız fikri hakimdir .
İslamcılar destek verdikleri ikinci Meşrutiyet ,Meclis-i Mebusan ve Kanun-i Esasi'ye İslami açıklamalar getirmek için gayret göstermişledir.Bu gelişmelere destek vermeyen bazı kesimler olmuştur lakin genel İslam fırkası durumu destekler niteliktedir.İkinci Meşrutiyetten sonra kurulan siyasi partiler içerisinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir kısmı meclise girmiştir. Misal olarak: Elmalılı Hamdi YAZIR (Evkaf Nazırlığı) ,Mustafa Sabri Efendi (İttihat ve Terakki Üyeliği),Said Halim Paşa (İttihat ve Terakki Fırkası Başkanlığı ),Bediüzzaman Said Nursi (İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti Kuruculuğu).İttihad-ı Muhammedi Cemiyet'i 10 gün yaşamıştır.Bu cemiyet dışında İslami ibare taşıyan bir cemiyet çalışması içinde bulunmamışlardır ta ki 1919'a kadar bu tarihte işgal altındaki İstanbulda kurulan Teal-i İslam Cemiyeti de fazla sürdürememiştir varlığını .
Hilafet makamının kapsayıcılık alanı tartışılmaya başlanmıştır . İslamcılara göre saltanat tek yönetim biçimi değildir . Hilafet makamına da Allah'a veya peygambere vekalet olarak kabul edilen anlayıştan sıyırılarak Milletin vekaleti anlayışı getirilmelidir.Milli hakimiyet esastır . İslamcılar yaptıkları faaliyetlere Kur'an-ı Kerim ve Sünnetin destek olması için İslami kuralları zaman anlayışına ters düşmeden pozitif ilimlere paralel şekilde yorumlamaya başlamışlardır Aynı zamanda Tasavvuf ve tarikatları tasvip etmemişlerdir.Onlara göre tarikatlar tembel yeridir.Ayrıca istibdat devrine dönmemek için İttihat ve Terakki'yi olan güçleri ile övmüşlerdir, desteklemişlerdir.İttihat ve Terakkiciler için ettikleri bazı iltifatlar şöyledir:
"Mukaddes Cemiyet","Fırka-i Muhterem","Mübarek Cemiyet","Erbab-ı Fetih",
"Esbab-ı Celadet" faaliyetlerini de "Cihad-ı Mukaddes" olarak nitelemişlerdir. Hatta ve hatta Derviş Vahdeti:"Zamanın Halid b. Velid'leri" olarak nitelemişlerdir. Zamanla İttihat ve Terakkiciler de baskıcı olmaya başlamıştır bu durum İslamcıları uzaklaştırmıştır lakin İstibdat dönemi tekrar gelir korkusuyla görünür tarafta İttihatçıların yanında yer almayı tercih etmişlerdir.İkinci Abdülhamid'e olan tavırlarında da açıkça eleştirmekten kaçınmışlardır çünkü Hilafet makamına saygı duymaktadırlar. İkinci Abdülhamid Kanun-i Esasi'yi ilan ettiği için güzel iltifatlarda bulunmuşlardır.Lakin 31 Mart olayı ipleri koparmıştır. İkinci Abdülhamid hakkında "şeytan",mel'un","hain" gibi ifadeler kullanır olmuşlardır .31 Marttan sonra İttihat Terakki'nin milliyetçi eğilimlerini İttihad-ı İslam fikrine darbe olarak gördüler.
Özellikle Arnavut isyanından sonra ipler kopma noktasına gelmiştir. İslamcılar arasında da fikir ayrılıkları oluşmuştur.Sırat-ı Müstakim kadrosunda fikri çatışmalar oluşmuştur,ayrılıklar başlamıştır. Başlangıçta kadro içinde yer alan Yusuf AKÇURA ,
Ahmet AĞAOĞLU gibi milliyetçi fikre tepki göstermeye başladı.Mehmet Akif ve Said Nursi'nin sert eleştirileri oldu
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonrasında yaşanan bu gelişmeler İslamcıları dar bir boğaza sürükledi.İslamcılar büyük çapta Kuvay-ı Milliye ve Ankara cephesinde yer aldılar.1924'ün Mart ayında çıkarılan üç kanun ki bunlar:Halifetin ilgası,Tevhid-i Tedrisat kanunu ,Şeriye ve Evkaf vekaleti değiştirilerek Diyanet İşleri düzenlemesini getiren kanundur.Bu kanunlar İslamcılık hareketinin büyük ölçüde ortadan kalkmasına yol açtı.
Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu neslin son temsilcilerinin vefat etmesiyle İslamcılığın omurgası kırılmıştır.İslamcılık inancımızla yükselelim fikri düşüncede olması gerekenleri aşıladı. Lakin Osmanlı devi birçok taraftan kuşatılmıştı ve İslamcılık bu devin son çırpınışlarıydı.Olması gerekenler tam olarak anlaşılamadı.
Büyük bir telaş hakimdi vatan meselesi herkesin içinde dertti ."Toprak kayıyordu" inanç adlı çınar ile donatmalıydık tüm yurdu , olamadı
SAİD HALİM PAŞA
HAYATI:
Said Halim Paşa 19 Şubat 1864'de Kahire'de doğdu.Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu ve Vezir Halim Paşa'nın oğludur.
6 yaşındayken İstanbul'a geldi.İlk tahsilini özel olarak yaptı.Pek çok dil öğrendi.Bunlar:İngilizce,Farsça,Arapça,Fransızca. Yükseköğrenimini İsviçre'de tamamladı.Yurda döndükten sonra Şuray-ı Devlet Azalığına getirildi.Rumeli Beylerbeyliğine kadar yükseldi.Jön Türklerle olan alakası yüzünden II.Abdülhamid takipe aldı,yalısı arandı.Bu baskıya dayanamayan Paşa yurtdışına gitti.Orada da Jön Türklerle alakasını sürdürdü.Meşrutiyet'in ilanı için maddi,manevi yardımlarda bulundu.
II.Meşrutiyetten sonra İstanbul'a döndü.Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'de görev aldı.İstanbul Belediyesinde çalıştı.Sonra Şuray-ı Devlet Başkanı oldu.Trablusgarp savaşında İtalya ile görüşme yapmak için Lozan'a gönderildi.O görevinden ayrıldıktan sonra İttihat Terakki Cemiyetinin sekreterliğine getirildi.Daha sonra Hariciye Nazır'ı oldu.Sadaret Kaymakamlığı makamına getirildi.İttihat ve Terakki'nin baskısı üzerine Sadrazam oldu.Bu makamdayken Edirne'nin Bulgarlardan geri alınması ve Balkan ülkeleriyle sulh anlaşmalarının yapılması Said Halim Paşa'nın ilk başarıları arasındadır.
I.Dünya Savaşıyla beraber Paşa'nın etkisi azaldı.Enver Paşa'nın gizli çalışmaları neticesinde Almanların Karadeniz'e girmesi üzerine , bilinen hadiseler yaşandı .Bu durum Said Halim Paşa'yı etkisiz hissettirdi.Sağlık problemlerini sebep göstererek istifa etti. Ayrıca savaş sorumlusu tutularak Malta'ya sürgüne gönderildi.Oradan Sicilya'ya geçti.İstanbul'a dönmek istedi lakin mümkün olmadı.Bir Ermeni tarafından Roma'da şehit edildi.Kabri Sultan Mahmut Türbesi haziresindedir.
Eserleri:Buhranlarımız,Taassub,Mukallitliklerimiz,Meşrutiyet,Buhran-ı İçtimamız,Buhran-ı Fikrimiz,İnhitat-ı İslam Hakkında Bir Tecrübe-i Kalemiyye ve çokça tercümeleri mevcuttur.
SAİD HALİM PAŞA'NIN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ:
Said Halim Paşa, İslamcılığın temel esasını hürriyet olarak belirlemiştir.Ona göre hürriyet olmadan ne gerçek mutluluk ne de gerçek ilerleme mümkün olur .
Hürriyetin sınırlarını şeriat belirler .Milletin iradesi önemsenecek bir güçtür lakin şeriat karşısında ikinci planda olmak onun kaderi olmalıdır. "Milli İrade " tabiat kanunlarına hakim olamayacağına göre ahlaki ve şer'i kurallara da hakim olamaz. Şeriatin birleştirici gücünü önemseyen Said Halim Paşa bu sistemin en sıhhatli sistem olduğunu savunur. Müslümanların müşterek ve statik gayesi olan şeriat hükümlerinin uygun şekilde pratiğe dökülmesi sonucunda Osmanlı Devleti huzur içinde yaşamıştır.Ne zaman ki İslami vazifeleri yerine getiremeyen Müslüman devletler gerileme ve çöküş devrine girmiştir
İslamda Milliyetçilik ve sınıf ayrımının yeri yok iken Müslümanlar arasında birleştirici güç iken İslam'ın sığ ve belli bir kesim arasında kaldığını söylemek doğru olabilir mi ?
Said Halim Paşa'ya göre Müslümanlar gerileyiş içerisinde olabilir buna rağmen batılı milletlerden bahtiyarlardır .Bu durumu şu savına bağlıyor : Batıda sınıf ayrımı halkı bütünlükten uzaklaştırıyor , hükümeti sarsıyor , itibardan düşürüyor bundan dolayı saygı ve itimat duyguları beslenemiyor.Paşa'ya göre Müslümanların gerileme sebebi maddi şartlara olan etkisizlik ve tepkisizlikten ileri gelir.
İslam dünyasının gerilemesi iktisadi sorunlara bağlıdır ve ahlaki sorunlara göre halledilmesi daha kolaydır. Hz. Peygamber'in emirlerini,hadislerini, tavsiyelerini sadece şer'i hükümler boyutunda sınırlamak yapılan en büyük hatadır . Zira Peygamberin emirleri , hadisleri, tavsiyeleri çok boyutludur ,hayatın tüm alanlarına dokunur.Onun örnek hayatını sistemleştirerek daima ilim ve irfan yolunda koşturmamız gerekir bu şekilde tabiatın nimetlerine daha verimli bir şekilde ulaşırız.
Ulaştığımız nimetleri şeriat çerçevesinde değerlendirdiğimizde maddi ve manevi saadet bizimle olacaktır. Tüm sorunların merkezinde insan vardır, tüm yaratılmışlar insan etrafında sıralanır.
Denge insan hayatında en mühim meseledir.İslamcılığın temelinde de "denge" prensibi vardır.İfrat ve tefrit meselesi incelenen önemli bir vakıadır.Said Halim Paşa'ya göre din alimlerinin pozitif ilimleri tamamen gözden çıkarılmarı sonucunda gerileme kaçınılmaz olmuştur . Maddi getirileri temin etme kabiliyetinden mahrum kalan toplum iktisadi ve siyasi yönden gerilemeye mahkum olmuştur. Gerilemeyi görerek bu seferde batı taklidçiliğine davranan aydınlar şer'i emirleri gözden çıkardı. Gerilemenin failini İslam olarak nitelendirdiler.Böylece Batıcılık başlamış oldu. Gerilemenin sorumlusunu İslam olarak görenler bir avuç olmaktan öteye gidemedi . Ta ki Batılıların desteğini görene kadar.
Ne olursa olsun İslam bütün berraklığı ile varlığını muhafaza etmektedir.İslam dünyası bugün bir hastalığa yakalanmıştır, yapmamız gereken teşhisi koymak ve tedavi yöntemi geliştirmektir.
Batının yönetim yapısı belli bir ahlaki yapıya bağlı değildir.Değişken idare ve cemiyetler mevcuttur.Rekabetler, düşmanlıklar fazlasıyla mevcuttur.Rekabetler, düşmanlıklar fazlasıyla mevcuttur.Zalimlikler ve değişkenlikler ne kadar fazla ise devletin bekası da o derece kısa olacaktır.Bize düşen İslam için en mükemmel siyasi usulü tayin etmektir.Bunun için her müslüman kendine düşen görevi layığıyla yapmalıdır.Mecliste Saltanat taraftarı,sosyalist, kominist vb. mebuslar yerine vatansever,şeriatın emirlerini uygulamaya yönelik çalışan mebuslar seçilmelidir. Müslümanım diyen her insan dinin esaslarını hissetmesi ve hayatına tatbik etmesi şarttır.Bunun aksinin fiiliyatı durumunda Müslümanım zikri bir bağlayıcılık arz etmez.Batı medeniyetinin fikirlerini kabul eden bir Müslüman dininde ne derece samimidir?
İslam'ın temel prensiplerinden biri de adalettir.İslam, müminlere birbirinin üzerine basarak yükselmeyi emretmez.İslam müminlere birbirlerinin kollarından tutarak hep beraber ileri gitmeyi emreder. Dönemde İslam'ın evrensel özelliğini gözardı eden aydınlar ırki özellikler yüklemeye kalktılar.Değişmez İslam ahlakını kendilerine göre farklı farklı yorumlayan Müslüman milletler İslam'ın birleştirici gücünü göz ardı ettiler .
Müslümanların düzenlerini "İslami" prensiplerden çıkarıp milliyetlere mal ettiler. İslamcılığı içten içe kemiren kurtlar vardı . Ve kale içten çökertildi.
Türkler İslam'ı sonradan kabul ettikleri için İran ve Arap tesiri altında kaldı, bu tesirle beraber İslamdan uzaklaştırdılar , tek bir fark kaldı o da İstiklal muhafazasıdır.
Müslüman dünyası Batı'yı taklit etmekten ileri gidemiyor.Şu an mesele Müslümanların bilgisizliğidir ve bilgisizliğin giderilmesi için çaba harcanmalıdır.
İslam tam iken bu dine inanan insanların diğer dinlere sahip milletlerden teknik açıdan eksik olduğu açıkça ortadadır.Bu meselenin sorumlusu elbette İslam değildir.Meselenin sorumlusu Müslümanlardır ,Müslümanların içinde bulundukları nimetleri değerlendirememesidir
Peki Niçin Değerlendirememiştir?
İslam ruhu en geri kalmış medeniyetleri bile diriltmiştir.İslam'a inanan milletler uzun bir maziye sahiptir .Hayatlarını yitireceklerken İslamla tanışmışlardır ve en dipten, en tepeye çıkmışlardır.Bu gerileme İslam milletlerinin en herbirinde farklı özellikler taşımaktadır bazılarının İslamiyetten önceki hayatlarından kurtulamamaları bazılarında dini hükümleri yanlış anlayıp yanlış uygulamalarından kaynaklanıyor.Bir başka sebep de Batılı ülkelerin din düşmanlıklarıdır.Biz metafiziksel çıkmazlarda vakit öldürürken Batılılar dünya nimetlerini kullanarak ve masum insanları sömürerek kendi düzennlerini kurmuşlardır.
İnanıyoruz ki bu istibdat ve gerileyiş bir gün son bulacaktır. Müslümanlar daha fazla baş eğmeyeceklerdir. Bu sancılar yeni bir doğuşun müjdesi olabilir .
Avrupalılar kendi milli esaslarına göre yenilik yapıyorlar bunun sebebi kendi şahsiyetlerine uygun yöntem ancak kendi yöntemleri olabileceği düşüncesidir.Oysa biz bu düşünceyi onların kurallarının mükemmelliği olarak algılayıp taklide kalkışıyoruz bu yöntem tamamen yanlıştır.Oysa bizim dinimiz mükemmeldir ve tüm istekler ona çıkmalıdır .Tüm planlar onun çerçevesinde olmalıdır.Bir müslümanın dinine bağlı bulunması vicdani bir sorumlulk olmasının yanında siyasi ve toplumsal önem arz eder.
İslam bir reflekstir nasıl havasız susuz yaşayamıyorsak İslamsız da yaşayamayız bu bir tutuculuk değildir. Tek selamet kapımız İslamdır. Müslümanların gelişmesi tüm insanlığın iyiliğidir.Çünkü İslam herkesin mutluluğunu ister.Hangi milletten olursa olsun her müslüman din gayemizi yerine getirmek için tek yürek olmalıdır.
Son söz olarak Müslüman milletler İslam'ı hayatlarına tatbik ederek çok büyük devletler kurmuşlardır.İslam esasları doğru anlaşılarak vedoğru uygulanarak pekala yeni bir medeniyet kurulacaktır.
BABANZADE AHMET NAİM:
HAYATI:
Bağdat mektupçularından Mustafa Zihni Paşa'nın oğludur.1290/1872'de Bağdatta doğdu.Bağdat Rüştiyesini bitirdi,Galatasaray Sultanisi ve Mülkiye Meltebi'nden mezun oldu.Hariciye Nezareti Tercüme Kaleminde çalışmaya başladı.Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad yazarları arasında yer aldı,Maarif Nezareti Tedrisat Müdürlüğü yaptı, Galatasaray Sultanisinde Arapça okuttu.Maarif Nezareti Tercüme Dairesi azalığına getirildi.Ders kitabı çalışmalarında bulundu. Bunlardan bazıları:Felsefe Istılahları,Sanat Istılahları vb. Darülfünun Edebiyat Fakültesinde müderrislik yaptı.Darülfünun'da bir ara Rektörlük görevinde bulundu.1933 üniversite reformuyla yeni kuran İstanbul Üniversitesi bünyesine alınmadı,emekliye ayrıldı.13 Ağustos 1934 günü sabah namazını kılarken secdede vefat etti.Edirnekapı Mezarlığına defnedildi.Son devrin mutasavvıflarından Fatih Türbedarı Amiş Efendi'nin kızının damadıdır.
BABANZADE AHMET NAİM'İN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ:
İslam bayrağı hepimize yetecektir bilinciyle hareket eden Babanzade diğer fikir akımlarını musibet olarak nitelendirir.Cahiliyeden kalma fikir akımlarını musibet olarak nitelendirir.Cahiliyeden kalma bir fikir olarak görür. Avrupadan gelen "Milliyetçilik" hastalığı salgındır kurtulmak mümkün değildir.Eğer gelişeceksek bu salgının çaresine bakmalıyız.
Milliyetçilik fikri bir sarmaşık gibi Osmanlı çınarını sarmıştır yıllarca yan yana yaşamış komşusuyla kardeş olamayacağını savunan Türkçü Orta Asyadaki ırkdaşıyla nasıl medeniyet kurabilir?
Ortaya atılan fikirlerden birisi de aynı ırktan olduğumuz insanları bu fikirle İslam'a ısındırmaya çalışırız fikri hakim .
Milletin birbirine verdiği zarar ırkından kaynaklanmaz İslamiyete samimiyetle bağlı olmamaktan kaynaklanır.
Kimliğimizle İslam'a hizmet etmeliyiz bunda hem fikiriz lakin kimliğimiz İslam'a hizmet yolunda birer araçtan ibaret olmalı.İnsanları ırklarına göre ayırmak akıllıca değildir bir insanın Türklük kimliği yerine İslami kimliğini ön plana çıkarmalıyız .İslam ve Türklük birbirinden ayrılmaz.
Milli kimliği "din" sistemine dönüştürmek fikri akıllara zarar bir durumdur.Türk hükümdarlar adına yemin etmek, çocukların isimlerini sırf ırki çağrışım yapıyor diye saçma sapan anlamlara gelen isimler koymak hiç hayra alamet değildir.
Tüm musibetlerin İslamdan geldiğine ve şamanist inançlarına tekrar dönmemiz gerektiğini söyleyen "Türkçüler" var.Bir de İslamcılık ile Türkçülüğü harmanlamak isteyenler var bir koluna iki karpuz koyanlar yani.Onlar Türkçüler kadar gözü kapalı değil lakin İslamcılık ve Türkçülüğü aynı anda , eşit seviyede sevebilecek insan olamaz .İslam bir başka sevgiliyi kabul etmez .Tek ideal vardır o da : İslam
Nisa suresinde "Tereddüt ve şaşkınlık içindedirler.Ne bunlardandır ,ne de onlardandır "(Nisa 4/43) iki tarafı da becerememiş insan olma yolunda ilerlemek manasızdır.İnsanın kafasında tek aşk olur . Bir kalbe iki fikr-i aşk sığmaz .Ne kadar niyet sahih olsa da gidiş yolu , yöntemi yanlıştır.
Müslümanlık vasfının yanına başka bir vasıf eklemeye çalışmak yersiz ve gereksizdir.İnancımızı taşımayan Türklere değil,inancımızı taşımayan kimseye değil .İnancımızı halis yaşayan herkese ,tüm müslümanlara hizmet etme fikri Babanzade için önemlidir.Yaptıkları hizmetleri Türklük adına değil İslam adına değil islam adına yapmak ana temadır.Bazılarına enteresan gelecek bir fikir sunuyor .Babanzade,İslam inancı dışında farklı dinleri benimsemiş Türk atalarımızla övünülemez, bilinir.
"İslam mücahitlerini bilmek, tanımak lazım.İslam şerefine karşı ırk şerefine karşı ırk şerefi kaale bile alınmaz." der ( Kara , İsmail Türkiyede İslamcılık Düşüncesi syf:37 dergah yay.1.baskı.Mart:2011 )
Arapların milliyetçilik anlayışını bir yönüyle Türk milliyetçiliğinden daha iyi bulur.O da Arap halkının tarihini Ebu Cehilden değil de İslamdan itibaren alarak o şekilde kutlamalarıdır.
Dinimizde ayrılık çıkarmak yasaklanmıştır.Milliyetçilik de en büyük tefrikalardan
biridir.Tüm insanları İslam bayrağı altında toplamak ana hedefimizdir.Batı medeniyetinin tasavvur etmeye çalıştığı insan hakları beyannamesinin kat kat üstününü İslam zaten ilke olarak belirlemiştir.İslam tüm hayatla iç içedir. Tüm bunlar hakkında hüküm verebilecek konuma sahiptir.Yüce Allah iki dünyamızda da hüküm sahibidir.İslam en üstün ahlak bilincidir.İslam,huzur medeniyet kurucusudur. Ne zaman uzaklaşmalar başlamıştır.İşte o zaman hüsranlar oluşmuştur.Ne zaman uzaklaşmalar başlamıştır.İşte o zaman hüsranlar oluşmuştur.
Osmanlı İslam medeniyetinin destanını yazmıştır.Şu an Batı'ya yönelmeler bizi kimliğimizden , mirasımızdan uzaklaştırmıştır.
Bütün Müslümanların şeriata karşı yaptığı muhalefetler şunlardır:
1-)Kuvvet hazırlamada yetersizlik yani düşman silahı ile silahlanmama.
2-)Müslümanların gevşeklik hali,birbirlerini yeterince sevmemesi.
3-)Cahillik,ilimden nasipsizlik.
4-)Emanet yerine hıyanetin olması, ahde vefa olmaması.
5-)Batı taklitçiliği ,oysa ayetle sabittir neyi örnek almamız gerektiği ifade edilmiştir :"Hiç şüphe yok Rasulullah sizin için güzel bir numune ve taklit örneğidir "(Ahzap 33/24)
ŞEHBERENZADE FİLİBELİ AHMET HİLMİ
HAYATI :
Ahmet Hilmi 1281/1865 yılında Bulgaristan sınırlarındaki Filibede doğdu.İlköğrenimini burada gördükten sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Sultanisinde eğitim gördü.Mezuniyetten sonra bir müddet İzmirde ikamet etti.1890 yılında Duyun-ı Umumiyede memur olarak çalışmaya başladı.Görevi icabı bir müddet Beyrut'a gitti .Beyrutta Jön Türklerle tanıştı onların etkisinde kaldı ve Mısır'a kaçtı.Mısırda çalışmalarına devam etti.Terakki-i Osmani Cemiyetine girdi.Bunun yanında Çaylak isimli mizahi konulu dergi çıkardı.1901'de Türkiye'ye döndü suçlu bulunarak Fizan'a sürüldü .Fizanda vatan hasretinin etkisiyle Tasavvuf ile ilgilendi.Arusi tarikatına girdi.Tasavvufla alakalı eserleri mevcuttur.
II.Meşrutiyet'in ilanından sonra tekrar İstanbul'a döndü.İttihat-ı İslam adlı haftalık gazeteyi çıkardı.Bu gazetede İslam birliği siyasetini ele almıştır.İttihat-ı İslam dergisinin kapanması üzerine İkdam,Şehbal ve Tasvir-i Efkarda siyasi ve felsefi yazılar yazdı. Hikmet Matbaa-yı İslamiyyesi'ni kurdu.Bu dergi İslam Dünyasına gönderildi.Bu dergininçoğu yazısını kendisi yazmıştır.Kullandığı takma isimler: Şeyh Hüsnü,Coşkun Kalender, Kalender Geda,Özdemir gibi isimlerle yazdı.
9 Eylül 1911'de günlük olarak yayınlanan Hikmet gazetesini yazdı .Burada İttihat ve Terakki'yi eleştirdiği için bir buçuk ayda 5 defa olmak üzere kapandı ve 84 sayı sürdü .Sonunda bu gazte süresiz olarak kapatıldı .Ardından yine kapanacak olan Nimet,Kanad ve Münakaşa gazetelerini çıkardı.Felsefe öğretmenliği yapmıştır .İslamiye azalığında bulundu.
Filibeli Ahmet Hilmi 1914'de ani olarak vefat etti.Zehirlendiği iddia ediliyor.
FİLİBELİ AHMET HİLMİ'NİN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ:
Filibeli Ahmet Hilmi kurtuluşun anahtarını tabii ilimleri ve maarifi ancak dinimize yarar yönünde kullanarak bulunabileceğini belirtir.Ona göre Müslümanlar orta yolu bulamıyor ya tabii ve septik ilimlere çok önem vererek milli ve manevi duygulardan uzaklaşıyor ya da pozitif ilim ve fenden uzaklaşarak ilerlemeyi olumsuz yönde etkiliyor.
Filibeli Ahmet Hilmi Bey'e göre pozitif ilimleri İslam'ın hizmetkarı,Tüm dünyanın ihyasında araç haline getirmeliyiz.Döneme yönelik eleştirisini şu sözlerle dile getiriyor:
"Bir taraftan bugünkü fenlerin öğrenilmesi lüzumu ileri sürülüyor; diğer taraftan ise bu fenleri muzır ve yanlış gösteren fikir manzumelerinin olduğu devamında ısrar gösteriliyor. Bu keyfiyet, içinden çıkılmaz bir çukurdur.İslam dini hikmet ve hakikati itibariyle ilimler ve fenlerin aleyhinde bulunmaz.Lakin içtihatların meyveleri olan ve artık İslami hakikatin yerini tutmuş bulunan fikir manzumeleri ile fenleri bir tutmak imkanı yoktur."(Kara,İsmail syf:71,Dergah yay.1.baskı,Mart 2011)
Çok enteresandır ki Şehberenzade İslam dininin rakibini diğer dinler olarak görmüyordu .İslam dininin rakibini "özgür düşünce" ile "ilim ve felsefe" olarak görüyor.Özgür düşünce, ilim ve felsefenin diğer dinler diye tabir ettiğimiz safsatalardan çok daha sahicidir.Lakin hiçbir düşünce İslam'a rakip olamaz .Yüce din tüm özgür düşünce, ilim ve felsefenin kaynağıdır, özüdür. Bu saydıklarımız İslam okyanusunda birer damla olabilir mi? Ancak onu tartışabiliriz.
Filibeli Ahmet Hilmi Bey'e göre gelişmeyi sağlamış Avrupa'yı geçebilmek körü körüne taklid ile mümkün değildir.Bu durum hem sosyolojik kurallara hem de milli ve manevi simamıza tehlike teşkil eder.
Gelişmenin esası,araçları:ilim ve fen ,özgür düşünce vs.amaca yani:"İslami ilerleyişe" uygun hale getirmektir.
Filibeli Ahmet Hilmi Bey Avrupa'dan alınması gereken pozitif ilmi taklit ederek değil kültürümüze uyarlayarak alma taraftarıdır ki bu düşüncede hemfikiriz..
Dönemin Avrupasının yükselen binaları, tüten fabrikaları,müzeleri,kütüphaneleri mazlumların acılarının,ezilmişliklerinin birer tezahürüdür.
İnancımızı dimağımızda pişirmeden İsrailiyatlarla bir yere varamayacağımızı belirtir Üstad.Bir inanca ,bir fikre verebileceğimiz en büyük zarar inanmamak değil o ad, etiket adı altında saptırıp, sulandırmaya çalışmaktır. Memleketimizdeki en büyük tehlikeyi şöyle tanımlar Üstad:
"Memleketimizde en helak edici hal,hikmetsiz ve şekilci bir taassup ile mukallitçe ve çocukça bir dinsizliktir.(Kara,İsmail syf:97 ,Dergah yay.1.baskı,Mart 2011)
MEHMET AKİF ERSOY
HAYATI:
1873'te Fatih'te doğdu.Babası Arnavutluktan gelip İstanbul'a yerleşen Mahmut Tahir Efendidir.Annesi de Buharalı bir ailenin kızıdır.Dört yaşında Mahalle Mektebine başladı.Fatih Merkez Rüştiye'sini ve Mekteb-i Mülkiye'nin lise kısmını bitirdi.Halkalı Baytar Mekteb'ini bitirdi.Aynı Mektepte muavinlik ve müfettişlik yaptı.Görev icabı Anadolu,Rumeli,Arabistan'ı gezdi.Bazı mekteplerde hocalık yaptı.
II.Meşrutiyetten sonra Ebulula Mardin ile Eşref Edib'in çıkarmaya başladığı Sırat-ı Müstakim kadrosu içinde yer aldı.Balkan Savaş'ından sonra Ziraat Nezaretindeki görevinden istifa etti.
Balkan Savaş'ının sonlarında kurulan Müdafay-ı Milliye Heyeti Neşriyat Şubesine aza tayin edildi.I.Dünya Savaşı'ndan önce Mısır ve Hicaz'a gitti.Bazı görevlerde bulundu.
İzmir'in işgalinden sonra Batı Anadolu'da direnişleri güçlendirmek için Balıkesir'e gitti. Vaazlarıyla halkı aydınlattı.Bu faaliyetlerinden dolayı Dar'ul Hikmet'il İslamiyedeki görevine son verildi.İstanbul'un işgalinden sonra Milli Mücadeleye katılmak üzere İstanbul'dan ayrılarak Ankara'ya geldi.Burdur Milletvekili olarak TBMM'ye girdi.Konya isyanının bastırılması için oraya gönderildi.
Kastamonu'ya gitti ve orada bazı çalışmalarda bulundu.Ankara'ya dönüşünde Tacettin Dergahı'na yerleşti.İstiklal Marşı'nı burada yazdı.Milli Mücadele'nin neticelenmesi üzerine İstanbul'a döndü.Mehmet Akif, hükümetin Milli Mücadele'yi amaçlarından uzaklaştırdığını görünce sarsıldı.Mısır'a gitti.Mısır Üniversitesinde Edebiyat dersleri verdi.Hükümetçe kendisinden istenen Kur'an-ı Kerim tercümesi üzerine çalıştı ,bir müddet sonra vazgeçti.Ciğerlerinden hastalandı.Vatan hasreti iyice artmıştı.İstanbul'a döndü,bir müddet tedavi gördü.27 Aralık 1936'da vefat etti.Edirnekapı Mezarlığında çok sevdiği arkadaşı Babanzade'nin yanıbaşına defnedildi.
MEHMET AKİF ERSOY'UN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ:
Akif,İslam'ın fıtrat olduğu konusunda iddialı ve emindir.Dilin sadeleşmesi konusunda aydın-halk bütünlüğünü savunur.Lakin gereksiz sadeleştirmelere karşıdır.Bazı yabancı kelimeler Türkçeleşmiştir artık.Sadeleştirilen dili öğretmek için de gereksiz zaman harcandığını savunur.
Batı taklitçiliği yada her ne taklitçilik olursa olsun tehlikelidir.Taklitçilik insan , fıtrat bir dini uygulayamaz. İslam dünyası bugün kimsesizdir,dağılmıştır.Cemaleddin Afgani,Muhammed Abduh gibi isimler artık yoktur.Din adamlarımızın ilimden habersiz, cahilce tavırları Müslüman kimliğe zarar vermektedir.İlim sahibi din adamı hasreti çekiyoruz lakin ilim sahibi din adamlarını da karalamada üzerimize yok.
Önceden kapımıza kul köle olan milletlerden medet umar olduk.Tembelliğimizin faturasını İslam'a kesmeye çalışmayalım ne zaman dinimizden uzaklaştık,felaketimizle karşılaştık.
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz,birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız " namaz kılıp, oruç tutup yani İslam'ın şartlarını uygularsanız cennete girersiniz diye bir garanti yoktur.Birliğimiz,sevgimiz imanımızın şartıdır.Mesele bu kadar netken biz neden bu kadar ayrı gayrı kaldık?
İslam,hem düşünce hemde aksiyon dinidir.7/24 kimseyle ilgilenmeden kimseye iyilik yapmadan meşgul olmak da iyi değildir. Sürekli din adına savaşarak ibadetlerimizi aksatarak da olmaz.İkisi arasında dengeyi sağlamak zorundayız.
İslam,kardeşliği temel mesele yapmış iken bizim bugün geri kalışımızın sebebi dinimizi doğru-düzgün bir şekilde algılayamamamızdır.İslam kadar birleştirici bir din yok iken Müslümanlar kadar ayrı bir insan topluluğu yoktur.Ayrılıkları İslam çatısının altında toplamıştık dil ,din vs. farklılıklar birliktelik adına feda etmişlerdir kendilerini.
İslam, insanları fırkalara ayırmıştır birbirimizin farklılıklarından yararlanalım farklı bakış açıları oluşturabilelim diye farklılıklarımızı yanlış yorumlayıp tefrika yapalım diye değil. Aynı kıbleye,aynı şekillerde eğilirken başlarımız nasıl ayrılabiliriz?
İlerleme konusunda epey eksikliğimizin olduğu kesindir.Lakin bu taklit gerektirmez.Batılılar'ın huylarını değil ilimlerini almalıyız.Özellikle eğitim konusunda eksiklerimiz had safhadadır.Herkes iyi olmadığından şikayet etmekte lakin kimse bu konuda bir girişimde bulunmamaktadır.Bir avuç kafirin üzerine birleşip yürüsek küllerini dahi kimse bulamaz lakin birbirimizle savaşmaktan onlara sıra gelmiyor.
Alem-i İslam kan ağlamaktadır.Sömürge haline gelmiş beldeler bitap düşmüştür.Müslümanlar hiçbir şekilde hak iddia edemez olmuşlardır.Kurtuluş İslamdadır.Düşman elinde mahvolan beldelerden ibret alalım da bu "nifak" oyununa son verelim.Bir avuç kafiri tarumar edelim .Huzur İslamdadır. Duamız odur ki:
"Ya ilahi bize tevfikini gönder
-Amin
Doğru yol hangisidir,millete göster
-Amin."
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ:
HAYATI:
1876 Nurs/Hizan/Bitlis'te doğdu. Babası Mirza Efendi,annesi Nuriye Hanımdır.Küçük yaştan itibaren medreselerden dersler aldı. Son ve düzenli tahsilini Bayazit/Erzurum'da Şeyh Mehmet Celali'den yaptı,dini ilimler okudu,üç ay gibi kısa bir sürede icazet aldı.Alimlerle tanıştı tartışmaları oldu.Ülkenin doğusunda Medresetü'z Zehra isimli pozitif ilimler ve dini eğitim veren bir eğitim projesini hazırladı.Bu projeye destek bulabilmek için İstanbul'a geldi.Bu eğitim projesi için II.Abdülhamid'e dilekçe verdi.Şüpheli bulunduğu için tututklandı.Kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu.Selanik'e gitti.Orada İttihat ve Terakki ile anlaştı.Hürriyet konusunda hemfikirdir.II.Meşrutiyet'in ilanından sonra Selanik Hürriyet Meydanında "Hürriyete hitap"adıyla bilinen konuşmasını yaptı.İstibdat'ı kötüledi,İstanbul'a döndü.1909'da İttihad-ı Muhammedi Fırkası kurucuları arasında yer aldı.Volkan adlı gazetede ağır yazılar yazdı.Bu yazılarda Fırkayı destekledi.Yazılarıyla 31 Mart hadisesinin tahrikçilerinden olduğu gerekçesiyle İzmitte tutuklanarak İstanbul'a getirildi. Mahkemede yargılandı.Olayla alakalı pek çok kişi idam edilirken O beraat etti.Daha sonra Van'a gitti,Şam'a geçti.Şam'da Emeviye Camiinde hutbe okudu.Sultan Reşad'ın seyahatinde bulundu.Projesini anlattı ve yardım sözü aldı.Mahsusa'da savaştı.Kafkas Cephesinde savaştı.Ruslara esir düştü. Sibirya'ya sürüldü.Sürgünden kaçabildi.İstanbul'a döndü.Dar'ül Hikmeti'l İslamiye azalığına getirildi.
Şeyhülislamlık tarafından Kuvay-ı Milliye alayhine verilen fetvaya karşı çıktı. Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya davet edildi.Merasimle karşılandı.Milletvekillerine 10 maddelik beyanname hazırladı.Ankaradan Van'a geldi.İki sene Erek Dağında inzivaya çekildi.Şeyh Said isyanıyla ilgisinin olabileceği düşüncesiyle askeri birliklerce alınarak İstanbul'a getirildi sonra da Barla'da ikamete gönderildi, sekiz küsur sene burada kaldı.Risale-i Nur Külliyat'ını burada yazdı. Pekçok yere sürgün edildi.Afyon mahkemesi ardından Emirdağ'a nakledildi.
1950 seçimlerini DP'nin kazanmasıyla Nursi'nin hayatında yeni bir dönem başladı.Menderes'in yardımıyla Risale-i nur Külliyat'ının büyük kısmı Latin harfleriyle basıldı.Emirdağda rahatsızlandı.Kendi isteğiyle Urfa'ya götürüldü.23 Mart 1960'da vefat etti.27 Mayıs ihtilalinden sonra 12 Temmuz 1960'da askeri birliklerce Urfa'daki mezarından alınarak Isparta'ya götürüldü ve bilinmeyen bir yere defnedildi.Evlenmemiştir.Bir tarikata bağlı olduğu bilinmemektedir.Tasavvuf ehli bir insandır.Abdülkadir Geylani'ye bağlılığından söz eder kendisi
Bazı Eserleri :Nutuk,İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi Yahud Divan-ı Harb-ı Örfi,Muhakemat,Muhakemat,el-Hutbet'uş Şamiyye,İşaret'ul İcaz ,Hakikat Çekirdekleri
ÜSTAD'IN İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ:
"Dünya için din ihmal olunamaz.Biz vatanı din ve Haremeyn için severiz.Dünya'yı da din için imar edeceğiz"(Kara,İsmail Türkiyede İslamcılık Düşüncesi syf:980-981Dergay yy.1.baskı Mart 2011) diyerek İslamcılığın asıl manasını açıklıyor . Üstad'ın iç yolculuğunu açıklamak hayli zor.Ona göre met'alar ne kadar İslam'a yakın ise o kadar değerlidir.İslam bir yaratılış amacıdır,yaratılmışlar İslam içindir. İslamcılık Dünya'nın idamesi için kullanılacak bir düzen değildir.Aksine dünya dine hizmetten öteye geçemez.İslam dışında her şey İslam'a hizmet için yaratılmıştır.İslam dünyaya göre uymak zorunda değildir, asla Dünya İslam için vardır.
Üstad'a göre :Kainat,insan,Kur'an-Kerim bir ahenk içerisinde bir musiki var .Bu musikiyi duymayanlar , dinlemeyenler sinek gibidir teşbihinde bulunur.Ayrıca din ile hayatın ayrılabileceğini savunanlar felaket sebebidir.Din ihya olursa ,tüm dünya ihya olur.
"Yapan bilir,bilen konuşur "prensibini belirtir Üstad .Kainatı yaratan da Allahtır .Onun konuşması da Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerimdir. İnsan -Kainat -Kur'an-ı Kerim bütünlüğünü doğru kurmak tüm meseledir.
Üstad'a göre iki tip Müslüman profili mevcut:
1-) İbadetlerini gerçekleştiriyor ama İslam'ın sosyal ve siyasi ortamında yok.
2-)İslam'ın sosyal ve siyasi alanında mevcut lakin itikadi konularda yetersiz
Biz ikisini de istemiyoruz biz her ikiside dengeli üçüncü profili oluşturmalıyız.Hem düşüncede hem de aksiyon aşamasında olmalı Müslüman.Ne imansız İslam bizi kurtarır ne de İslamsız iman bizi kurtarır.
I.Dünya Savaşının vebası olan milliyetçiliğe de şöyle bir atıf yapıyor.
"Milliyetimiz ise yalnız İslamiyettir.Zira anasır-ı İslamiyye'nin revabıt ve milliyetleri İslamiyye'nin revabıt ve milliyetleri İslamiyetten başka Hz.Nuh evlatlığıdır." Hz.Nuh evlatlığı ,ırk ayrımını bu derece kerih görüyor Üstad .
Her şey İslamda mevcut,İslam zaten tam diğer fesat inanç sistemlerini hesaba bile alamayız,yok hükmünde bile değildir.
Ayette diyor ki:
"Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık Kitapta olmasın " (En'am 6/59)
Üstad İslamcılığapozitif ilimleri kullanarak açıklamada bulunmuyor.Direk ayetlerden, hadislerden vurucu nitelikte ispatlar sunuyor.Ona göre mükemmel durum mükemmellikle açıklanabilir.
Bir dükkancı dansa gider, bir çiftçi gidemez.Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz"
Pozitif ilimler vasıtadır,pozitif ilimler bir yere kadar eşlik edebilir.Gerisi din ve kalp meselesidir.
İslamiyet'in vatandaşlara kattığı sonsuz faydadan ikisini sıralamış Üstad :
Birincisi: İslam neferleri az iken Avrupa'nın büyük devletlerine galip gelmesinde fikir şudur: "Müslüman ölürse şehit ,öldürürse gazidir."
İkincisi:Avrupa Devletleri ne zaman Devlet-i İslamiyye'ye tokat vurmuşlarsa Müslümanlar yumruk olmuşlardır,bir olmuşlardır.
Yorumlar
Yorum Gönder